
Newsletter Subscribe
Enter your email address below and subscribe to our newsletter
Ara Güler, hem bir fotoğrafçı hem de tarihe tanıklık eden bir anlatıcıdır. Objektifiyle İstanbul’un ruhunu, insanların hikayelerini ve zamanın izlerini ölümsüzleştiren usta sanatçı; hem Türkiye’de hem de dünyada fotoğrafçılığın en güçlü temsilcilerinden biri kabul edilir. Onun mirası, bugün hâlâ genç fotoğrafçılara ilham vermeye ve bizlere gerçeğin büyüsünü hatırlatmaya devam ediyor.
Türk fotoğraf sanatının en önemli temsilcilerinden biri olan Ara Güler (1928–2018), yalnızca bir fotoğrafçı değil, aynı zamanda bir hikâye anlatıcısıydı. “İstanbul’un Gözü” ve “Foto Muhabiri” olarak tanınan Güler, objektifini sadece bir görüntü yakalama aracı olarak değil, insanlığın belleğini koruyan bir tanıklık olarak kullandı.
Henüz genç yaşta başladığı gazetecilik mesleği, fotoğrafçılığa bakışını belirleyen en güçlü etkenlerden biriydi. Onun için fotoğraf, “anı dondurmak” değil, yaşanan bir dönemin ruhunu gelecek kuşaklara taşımak demekti. Bu nedenle Güler, hiçbir zaman kendisini bir “sanatçı” olarak değil, bir “belgeselci” olarak gördü. Fakat bugün biliyoruz ki onun eserleri yalnızca birer belgesel niteliği taşımıyor; aynı zamanda estetik duyarlılığı, kadrajındaki ustalık ve duygusal derinliği ile gerçek birer sanat yapıtı olarak değerlendiriliyor.
Ara Güler’in fotoğraflarında özellikle İstanbul, başroldedir. Eski sokaklarda yürüyen balıkçılar, Galata Köprüsü üzerindeki kalabalık, yorgun simalar, işçiler, çocuklar ve kentin sisli sabahları… Onun kadrajında İstanbul, hem büyüleyici hem de hüzünlü, hem kalabalık hem de yalnız bir şehir olarak görünür. İşte bu yüzden onun fotoğrafları yalnızca bir şehri değil, bir yaşam biçimini, bir kültürü ve bir dönemi anlatır.
1928 yılında İstanbul’da doğan Ara Güler, Ermeni bir ailenin çocuğuydu. Küçük yaşlardan itibaren sanata ve edebiyata ilgi duyan Güler, aslında sinemacı olmak istiyordu. Bu hayali doğrultusunda İstanbul Üniversitesi’nde İktisat eğitimi alırken aynı zamanda tiyatro ve sinemayla ilgilendi. Ancak zamanla kameranın büyüsüne kapıldı ve fotoğrafçılığa yöneldi.
Fotoğrafçılık serüveni, 1950’li yıllarda Yeni İstanbul Gazetesi’nde gazetecilik yapmaya başlamasıyla şekillendi. 1958’de Time-Life, Paris Match ve Der Stern gibi dünyanın önde gelen dergilerinde fotoğrafları yayımlandı. Bu dönem, Ara Güler’in yalnızca Türkiye’de değil, uluslararası alanda da tanınmasını sağladı.
Onu farklı kılan şey, fotoğrafçılığı bir sanat icrası gibi değil, yaşanan anın tanıklığı olarak görmesiydi. O, kendini her zaman bir “foto muhabiri” olarak tanımladı. Sanatçı kimliği yakıştırmasını çoğu zaman reddetti. Ona göre fotoğraf, “hayatı olduğu gibi yakalayan” bir araçtı ve fotoğrafçının görevi, yaşananları saklamak ve aktarmaktı.
1950’lerin sonunda ünlü fotoğraf ajansı Magnum Photos ile de çalışmaya başlayan Güler, dünyaca tanınmış birçok sanatçı, siyasetçi ve düşünürün portrelerini çekti. Picasso, Salvador Dalí, Winston Churchill ve Indira Gandhi gibi isimler onun objektifine poz verdi.
Ara Güler’in adının en çok anıldığı yer şüphesiz ki İstanbul’dur. Ona “İstanbul’un Gözü” denmesinin sebebi, şehri yalnızca bir manzara olarak değil, yaşayan bir organizma gibi yansıtabilmesidir.
1950’lerden itibaren çektiği siyah-beyaz İstanbul fotoğrafları, kentin hızlı değişim sürecini, kaybolan sokaklarını, yıkılan yapıları, ama en önemlisi insanlarını belgeledi. Balıkçılar, kahvehanelerde oturan işçiler, sokakta oyun oynayan çocuklar ya da Galata Köprüsü’ndeki günlük hayat… Güler’in objektifinde İstanbul, sıradan insanların hayatlarıyla bütünleşmiş bir şehir olarak karşımıza çıkar.
Onun fotoğraflarında ne bir abartı ne de sahneleme vardır. Güler, anlık ve doğal olanı yakaladı. Bu yüzden de fotoğrafları, bugün yalnızca estetik değer taşımakla kalmaz; aynı zamanda tarihi birer belge niteliğindedir. İstanbul’un kaybolan siluetini, değişen yüzünü anlamak için Ara Güler’in arşivi eşsiz bir kaynaktır.
Güler’in İstanbul’a dair yaklaşımı, aynı zamanda onun fotoğrafçılığa bakış açısının da özeti gibidir:
“Ben sanatçı değilim, foto muhabiriyim. Ben hayatı yakalarım.”
Bu cümle, onun hem fotoğraf anlayışını hem de İstanbul’u nasıl gördüğünü en iyi şekilde anlatır.
Ara Güler yalnızca İstanbul fotoğraflarıyla değil, aynı zamanda dünyanın dört bir yanında çektiği portreler ve röportajlarla da ün kazandı. Paris’ten New York’a, Hindistan’dan Afrika’ya kadar birçok ülkede görev yaptı; dünya tarihine iz bırakan anları ve insanları belgeledi.
Özellikle ünlü sanatçılar, yazarlar ve düşünürlerle yaptığı çekimler onu uluslararası düzeyde tanınır kıldı. Salvador Dalí, Pablo Picasso, Alfred Hitchcock, Sophia Loren, Federico Fellini, Indira Gandhi, Winston Churchill gibi isimlerin Ara Güler’in objektifinden çıkan fotoğrafları, bugün hâlâ referans niteliğinde kabul edilir.
Bu portrelerde dikkat çeken en önemli özellik, Güler’in kişileri yalnızca görsel bir figür olarak değil, ruh halleriyle ve yaşanmışlıklarıyla yakalamış olmasıdır. Onun fotoğraflarında bir bakış, bir el hareketi ya da arka plandaki detay, fotoğrafı bambaşka bir derinliğe taşır.
Ayrıca Time Life, Paris Match, Der Stern, Magnum gibi dünyanın önde gelen yayın organlarıyla da çalıştı. Bu işbirlikleri, Ara Güler’i yalnızca Türkiye’nin değil, dünya fotoğrafçılığının da önemli temsilcilerinden biri haline getirdi.
Ara Güler her zaman kendisini bir sanatçıdan çok “tarih yazıcısı” olarak tanımladı. Ona göre fotoğraf, bireysel bir estetik kaygıdan ziyade, gerçeklerin kaydı olmalıydı. “Ben sanatçı değilim, foto muhabiriyim” sözleri, bu anlayışın en net ifadesidir.
Ancak onun fotoğraflarına bakıldığında, yalnızca bir belgeselci titizliği değil; aynı zamanda güçlü bir sanatsal estetik de göze çarpar. Işığın kullanımı, kompozisyon seçimleri, kadrajın dengesi ve duyguyu yansıtma biçimi, fotoğraflarını salt bir belge olmaktan çıkarır.
Bu ikili bakış –belgesel ile sanat arasındaki denge– Ara Güler’i özel kılan noktadır. Fotoğraflarında hem gerçeğin çıplaklığı hem de sanatın duygu yüklü estetiği bir arada bulunur. Bu nedenle onun çalışmaları hem tarihçiler hem de sanat eleştirmenleri tarafından aynı anda değerlidir.
Bir bakıma Ara Güler, “fotoğraf sanat mıdır?” tartışmalarına somut bir yanıt vermiştir: Fotoğraf hem bir belgedir hem de bir sanat eseri olabilir.
Ara Güler, yalnızca Türkiye’de değil, dünya çapında da fotoğrafçılığın en saygın isimlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Onun İstanbul fotoğrafları, şehrin belleğinde silinmez bir yer edinmiş ve kentin ruhunu geleceğe taşımıştır. Bugün İstanbul’a dair kolektif hafızada yer eden birçok sahne, aslında Ara Güler’in objektifinden geçmiş karelerdir.
2018’de aramızdan ayrılan Ara Güler, geride devasa bir arşiv ve benzersiz bir miras bırakmıştır. Bugün bu miras, Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi ile korunmakta ve gelecek nesillere aktarılmaktadır. Sergiler, kitaplar ve dijital platformlar aracılığıyla onun fotoğrafları hâlâ yeni izleyicilerle buluşmaya devam ediyor.
Ara Güler’in mirası, yalnızca fotoğraf sanatında değil; aynı zamanda gerçeği kaydetme sorumluluğunda da yaşamaktadır. Onun objektifinden süzülen kareler, bize fotoğrafın hem bir sanat hem de bir bellek aracı olduğunu hatırlatır.
Bugün birçok genç fotoğrafçı, onun yolundan giderek dünyayı belgelemeye ve hikayeler anlatmaya devam ediyor. Ara Güler, bir sanatçıdan çok daha fazlasıdır: O, bir “görsel tarihçi”dir.